19 Ocak 2009 Pazartesi

Mimarlık ve İçmimarlık mesleğine genel bir bakış...


Mimarlık mesleği ve mimar…

Mimarlık, insanın dünya üzerinde var oluşu ile başlayan ve varlığını sürdürebilmesi için gereken, korunma, barınma ve çevresini düzene sokma ihtiyaçları ile birlikte gelişen bir kavramdır. Mimarlık mesleği, Mısır ve Mezopotamya ile başlayan, eskiden olduğu gibi bugünde aynı şekilde zenginlik, güç, din ve politika gibi sosyal ve kültürel, ihtiyaçlara cevap veren bir kentleşme ve toplumsal gelişimin ifadesi olarak devam etmektedir. Buradan anlaşılacağı üzere mimar ekonomik gücün olduğu dönemlerde bu gücü ellerinde tutulanlara iş yapan adamdır.
İmparatorlar, krallar, prensler, padişahlar ve büyük devlet adamları isimlerini tarihe yazmak amacıyla, mimarlara yapı yaptırmışlardır, dolayısıyla tarihi boyunca müşterisiz mimarlık olmamıştır. Zevk için mimarlık yapılmaz, bu yüzden mimar, ressam, heykeltıraş gibi sanatçılardan daha çok, taş ustası, demirci, marangoz gibi meslek gruplarına daha yakındır.
Bu yüzden geçmişten gelen ve halen devam eden bir meslek bilinci içinde gelişmiş ve bu durum meslek grubuna mensup kişilerinde bir arada olma gerekliliğini getirmiştir. Batıda ve Osmanlılıda, mimarlar loca ve benzeri örgütlenme ve gruplaşmalarla bir arada olmuştur, gelenek bugünde biraz çeşitlenmiş ama bozulmadan devam ettirilmiştir.(Bkz. Neden içmimarlar bir arada olamıyor?) Bunun en önemli sebebi yukarıda bahsettiğim liderin kendini yapı ile ifade edebilmesi ve bu sebeple mimara duyulan ihtiyaçtan kaynaklanmaktadır.

Mimar ve İçmimar ihtiyacı…

Mimarlık kavramı her ne kadar tarihsel geçmişinde ve bugünde, sosyal ve kültürel gelişimin bir ifadesi olarak, çoğulcu bir yaklaşımın görüşü olarak; toplum faydasına imkân sağlayan bir disiplin olarak görülse de, günümüzde bu misyonundan biraz uzaklaşmıştır. Bugün Mimara ve İçmimara duyulan ihtiyacı, ‘Marifet mangıra tabidir.’ sözü ile açıklamak sanırım daha uygun olacaktır. Öyle ya eğer bir yapı ya da özel bir dekorasyon yaptırmak istiyorsan, paran var demektir. Bu her zaman böyle olmuştur, böyle de devam edecektir. Mimarlık tarihinde batıda ve doğuda bulunan görkemli mimari üsluptaki, saraylar, dini yapılar, malikâneler, hanlar, hamamlar v.s. hepsi muhteşem dekorasyonlarla ve tezyinatlarla doludur. Mimarların ya da dekoratör tabir edilen zevk sahibi olduğu düşünülen kişilerin elinden çıkan bu işler, alanında usta olan kişilere
yaptırılırdı.

Mimarlıkta, uzun yıllar süren üslupsal hareketlerden, şehircilik ve imar değişikliklerindeki sosyal, siyasi ve ekonomik birtakım kaygılardan, korunması gereken tarihi şehir ve yapı gruplarından ve kimi zaman bile, müelliflik haklarından kaynaklanan özel durumlardan dolayı, içi kadar değişime müsaade eden bir gelişim gösterememiştir. Yapılar uzun yıllar değişmeden kalsa bile, içinde yaşayanlar defalarca değişmektedir. Her yeni gelen kendinden bir şeyler katmakta, zevki, beğenileri ve ihtiyaçları doğrultusunda bir takım düzenlemeler yapmaktadır; hatta çoğu zaman yapının fonksiyonunu bile değişmektedir.

Yapıyı tasarlayan, projelendiren mimar genellikle içi ile ilgili birçok şeyi de beraberinde düşünmek zorundadır; zaten aksi de düşünülemez. Ancak günümüzde teknoloji, ihtiyaçlar, kullanıcılar, moda, trend ve daha birçok etken farklı bir disiplin ve uzmanlık alanı olan, İçmimarlık mesleğinin gerekliliğini ortaya çıkarmıştır. Bugün artık mimarlık ve içmimarlık mesleklerinin bir arada çalışma zorunluluğu kaçınılmaz hale gelmiştir. Geçmişte olduğu gibi bugünde her türlü içmekanın tasarımı ve dekorasyonu ile ilgili mimara, içmimara ve tasarımcıya duyulan ihtiyaç, sosyal, kültürel ve ekonomik gelişmişlik, zenginlik veya ihtişam ve gösteriş, ifade eden yapılar ve bu yapıların içmekan düzenlemeleri için geçerli olmaktadır.

Dekorasyon konusundaki ihtiyaçlarını ev ekonomisi düzeyinde kendi kendine yapılandıranlar ise genellikle ekonomik olarak orta seviyede olanlardır. Ama asıl önemli noktada budur; İçmimarlık-Dekorasyon- Tasarım konularının ve bunlara duyulan, ihtiyaçların ve hatta oluşacak standartlardan kaynaklanan yaptırım ve gerekliliklerin, sosyo-kültürel ve sosyo-ekonomik koşullar ile toplumsal bilincin ve bu gelişimlerin seviyesi,hızı ve sınırları ile doğrudan ilişkisi vardır. Toplumun geneline yayılan ve arz ve talebe bağlı olarak gelişen bu sözünü ettiğimiz alanlar, sağlam temelleri varsa kendini ispatlar, temsilcilerini belirler, gelişir, önce yurt içinde sonra yurt dışında söz sahibi olur, pazar bulursa gelişerek büyür. Zamanla da kaçınılmaz olarak farklılıklaşır, çeşitlenir ve başkaca şeylerden beslenerek yaratıcı, üretkenliğin yolunu açar.

Endüstrileşme devrimi ile sanayileşen ve modernleşme ile gelişerek zaman içinde zenginleşen batı, verdiği eğitim ve öğretimin yanında, kişiye sosyal olmayı ve zamanı gelince kendi ayakları üzerinde durmayı öğretiyor. Sosyal bilimcilere ve kişisel gelişim uzmanlarına göre, kişinin içinde olduğu sosyal yaşamı, iş ve aile yaşamında başarıyı beraberinde getiriyor. Bu şekilde ekonomiye katkıda bulunması sağlanan birey ( Düşünsenize birey olmuş kişinin aileden ayrıldıktan sonra ki sorumluluğunu ve üzerine düşen yükü, bu aynı zamanda, yeni bir iş, yeni bir ev, evlilik, çocuk ve her türlü ihtiyaç demektir.) aynı zamanda değerleri sahipleniyor, korumayı, bilinçli tüketmeyi, tasarrufu öğreniyor. Bu her geçen gün artarak devam eden yeni ihtiyaçları, yeni pazarları, kaliteyi, çeşitliliği, farklılığı ve gelişen yaratıcı zevkleri beraberinde getiriyor.

Bugün, ülkemiz için Mimarlık – İçmimarlık – Dekorasyon - Tasarım gibi konulardan layıkıyla söz edebilmek, tartışabilmek ve geleceğinden söz edebilmek için önce, sosyal, kültürel ve özellikle ekonomik olarak zenginleşme sürecimizin grafiğine bakmak daha isabetli olacaktır.

Cenk ÇAKIL