28 Aralık 2008 Pazar

Herkes için TASARIM...




İnsanın varoluşu ile birlikte, tasarım sürecide hayatımızdaki yerini almıştır. Tabiatın bizlere sunduğu nimetlerin yanında getirdiği zorluklar, korunma, barınma, beslenme, çalışma, seyahat ve sayabileceğimiz daha birçok ihtiyaç, tasarımın gerekliliğini de beraberinde getirmiş ve tasarım tarihinin vazgeçilmez sürecide böylece başlamıştır.
Yaşamımızdaki çevre-mekân-insan üçlemesinin tasarım ile o kadar yakından ilişkisi vardır ki, tasarım olmadan bu hayat zor olurdu diyebiliriz… Neden mi?

Çünkü insanlar ilişki kurdukları, ihtiyaçlarını karşılayabildikleri, sağlıklı, güvende oldukları yerlerde keyif aldıkları ölçüde mutludurlar ve insan çevresiyle olan tüm ilişkilerini eylem ve davranışlarını bulundukları bu mekânlarda gerçekleştirir. Mekânı içinde bulunduğumuz sınırları belirlenmiş ya da belirlenmemiş, her türlü gereksinimimizi karşılayabildiğimiz yer olarak düşünebiliriz. İşte tasarımda her şeyiyle ve herkes için buradadır…

Tasarım herkes içindir diyoruz; Çünkü tasarımcının, bir mekânı ya da ürünü tasarlarken dikkate alması gereken o kadar çok parametre vardır ki; tarihsel, sosyal, kültürel, fiziksel, biyolojik, psikolojik gibi etkenler tasarımcı için yol göstericidir. Bütün bunlar yaşamın her alanında insan içindir, daha işlevsel, renkli, hareketli, eğlenceli, şık ve önümüzde daha az engelin olduğu bir yaşam… Evet, daha az engel…

Engelliğin kelime anlamı, bir şeyin gerçekleşmesini önleyen sebep, mâni, mahzur, müşkül, pürüz, handikap olmakla beraber, bu engellilik durumu aynı zamanda bir yaşam biçimidir ve ülkemizde farklı engel gruplarında yaklaşık 7 milyon insan yaşamaktadır…

Evet, yanlış okumadınız…

Türkiye nüfusunun % 10’nunu oluşturan, zihinsel, ruhsal, görme, işitme ve fiziksel yani mobilete sorunu olan tekerlekli iskemle bağımlısı ve yaşamın her alanında zorluklar yaşayan dostlarımızdan bahsediyoruz. Bizim sahip olduğumuz tüm yaşamsal haklara sahip olan ama o haklardan faydalanamayan, fırsat bekleyen, sesini duyurmaya çalışan dostlarımız.

Uzunca bir süredir mesleğimin bir parçası olan tasarıma;
AYDER ( Alternatif Yaşam Derneği ) ve dostum Ercan TUTAL sayesinde, engellilerin gözüyle bakmaya başladım… Avrupa da artık birer standart ve norm haline gelen ölçütlerin, bizim ülkemizde her yerde engelli ve dezavantajlı vatandaşların kişisel haklarına saygıda ne kadar geride kaldığını gördüm. Yapılabilecek, en azından kimin tarafında olduğumuzu gösterebilecek çok şey vardı; Ama en önemlisi tasarlanan mekânların, engelliler için değil, onlarında düşünüldüğü mekânlar olması gerektiğinin artık farkına varılması gerekiyordu.

Engelliler için bizim gündelik hayatta paylaştığımız neredeyse hiçbir ortak mekânda; okul, restautrant, otobüs, otel, alış-veriş merkezleri, spor merkezleri, tuvaletlerin ve daha birçoğunun alt yapısının ve iç düzenlemesinin, engelliler hiç düşünülmeden tasarlandığını gördüm. Bir asansörün, odanın, w.c.’nin kapısının 90 cm’den az olmaması gerektiği, kaldırım eğimlerinin % 8’den fazla olmaması, yollarda bulunan mazgallar, tüm toplu taşıma araçlarında yaşanan zorluklar, sosyal mekânlarda tüm engel gruplarına yönelik uyarı levhaları gibi detaylara hiç dikkat edilmiyordu… Bunlar öyle tek tek çözülecek sorunlar değildi, yapılması gereken toplumsal bilinci arttıracak projeler yaparak bu konuya dikkati çekmekti.

Şimdilerde AYDER ( Alternatif Yaşam Derneği ) engelli ve dezavantajlı gruplara yönelik olan dev projesiyle, UNDP ve VODAFONE sponsorluğunda, DÜŞLER AKADEMİSİ’ni hayata geçiriyor. Şimdiye kadar engellire yönelik yapılmış, beklide en planlı, programlı ve gelecek vadeden proje olan DÜŞLER AKADEMİSİ projesi, önümüzdeki dönemde adından sıkça söz ettirecek ve gelecekte bir kurumsal yapılaşmaya doğru emin adımlarla ilerlemeye devam edecek görünüyor.

AYDER’in bir diğer projesi de ‘Engelsiz Yaşam Laboratuarı’, önümüzdeki haftalarda lansmanı yapılacak projede, Türkiye’nin tüm alanlardaki sorunlarının ortaya konacağı ve çözümler üretileceği bir platform oluşturulacak. Alanında uzman kişilerin bir araya gelerek engellilerin sosyal hayata tam ve eksiksiz katılımını tartışacağı ve çözümler arayacağı proje, yine engellilik konusunda veri toplama anlamında bir Türkiye’de bir ilk olacak.

Aynı zamanda önümüzdeki yıldan itibaren, Dünyada sağlık turizmi adıyla alternatif bir sektör haline gelen, Türkiye de sayısı her geçen gün artan, yerli- yabancı engelli turiste yönelik
“Engelsiz Turizm”hazırlıklarına başlanıyor. Bizde bu ihtiyaca cevap verebilmek için
“Tursab Engelsiz Turizm Komitesi” ile Türkiye genelinde her türlü konaklama ve transfer hizmetlerinin, Avrupa standartlarında engellilere uygunluğunu ve kapasitelerini denetleyen bir çalışma gurubu oluşturduk.

Unutmayalım, engelli kişilerin, ekonomik ve sosyal güvenlik, düzgün hayat standardı hakları, Uluslararası İnsan Hakları Beyannamesi tarafından belirlenmiştir. Engellilik bir seçim değildir; kalıcı ya da geçici, yaşlılık ya da kaza sonucu hepimiz bir gün engelli olabiliriz.


Yaşamın hepimiz için engelsiz olması dileklerimle…


Cenk ÇAKIL

Sevgiyle bağlanmak...


8 Ekim 2008 Çarşamba

Şehir - insan ve mekan

Şehirlerin tarihsel ve kültürel geçmişleri ancak onunla birlikte yaşayanlarla değer kazanır, bir bütündür şehir ve insan, paylaşıldıkça daha çok sevilir, sahiplenilir ve korunur, böylece zenginleşerek gelecek nesillere kıymetli bir miras olarak bırakılır. Tarih boyunca liderler gelecekte kendini yaşatmak için mimarlara yapı inşa ettirmişlerdir; önceleri birbirinden ayrı gibi düşünülse de bugün bütün dünyada, şehircilik ve mimarlık kavramı ile sanat ve mekân kavramları daha çok ilişkilendirilmeye ve birlikte anılmaya başlanmıştır. Son yıllarda yapılan bir çok bienal, fuar, sergi ve etkinliklerde tasarımcılar, şehir-mekan-insan üçlemesini bir bütün olarak algılamakta, ortaya çıkan sanatsal çalışmalardan eğilimin bu yönde olduğu görülmektedir.

İnsan için yaşamsal alanlar oluşturmak amacında olan bu disiplinlerin gelişen teknolojinin de yardımıyla mekânlara ve sanata kattığı yenilikler, baş döndürücü bir hızla ilerlemektedir. Türkiye’de tasarımcılar, yurt dışındaki uygulamalarla boy ölçüşebilecek kalitedeki mekânları gelişen teknolojinin de yardımıyla daha güvenli, konforlu, estetik ve farklı olma arayışları ile yeniden yaratmaktadırlar. Her gün belki de farkında olmadan içinde bulunduğumuz bu mekânlar kişinin sosyal, kültürel ve psikolojik gelişiminin yanında, ayrıca ülke ekonomisine de son derece büyük katma değer sağlamaktadırlar. Şehir için insan, insan için mekân önemlidir.

6 Ekim 2008 Pazartesi

SİTE Mi? Ya sonra...

İstanbul’da ve gelişmekte olan diğer şehirlerde yeni yaşam alanları haline gelen siteler, buralarda oturanlara birçok imkânı da beraberinde sunuyor. Modern görünüşlü ve yeni deprem yönetmeliklerine göre inşa edilen bu yapı grupları, aynı zamanda insanın öncelikli ihtiyaçları olan barınma, güvenlik, ulaşılabilirlik, konfor, teknolojinin yanı sıra, sosyal ve kültürel birtakım olanakları da sağlıyor.

Bu sitelerde, yeşil alanlar, spor aktivite alanları, alış-veriş merkezleri, yürüyüş ve bisiklet yolları, kapalı-açık yüzme havuzları, özel okular hatta bazı sitelerde sinema, tiyatro salonlarının olduğunu gazete ve televizyondaki reklâmlardan izliyoruz. Zaten son yıllarda hızla artan konut üretimi beraberinde rekabeti getirmiş, fiyat avantajının yanında müşterilere farklı alternatifler sunmak zorunda olan inşaat firmaları, yukarıda bahsedilen özelikleri de projelerine eklemek zorunda kalmışlardır. Sonuçta yüzlerce kimi yerlerde binlerce insanın bir arada yaşadığı bu site
( kimi yerlerde özel statüde, köy, kasaba hatta küçük ölçekli şehirleşmeler…) yaşamı anlayışı ortaya çıktı.

Aslında, 1950’lerin başından itibaren çok katlı konut uygulamasına geçişle başlayan bu dönem önceleri münferit apartmanlar, sonrasında birkaç bloktan oluşan yapı grupları şeklinde kendini göstermiştir. 1980’ler ve sonrasında kontrolden çıkan kötü yapılaşmanın en önemli nedeni bilgisiz ve sorumsuzca hazırlanan şehircilik ve mimarlık hataları olmuştur. Sonuçta kanserli bir doku gibi yayılan bu hastalık, şimdi şehrin tamamında kendini göstermektedir. İstanbul gibi tarihi ve kültürel birikimi olan bir şehir için yaratacağı sakıncalar ve tehlikeler göz ardı edilerek alınan rant odaklı kararlar, sonuç olarak büyük, karmaşık, çirkin, ama tarihi ve doğal güzellikleri ile seveninin vazgeçmesi bir o kadar zor bir şehir yaratmıştır.

Yeni yerleşim alanlarının, ulaşım, yol, alt yapı ihtiyaçları zaten olması gerekenlerdir; ayrıca bu alt yapının iskân ve imara açılmadan getirilmesi esastır, en azından kanunlar, yasalar bizlere bunu söyler ve vatandaşın lehine işler. Ancak önemli bir nokta gerekli düzenlemeler yapılırken, kamusal ve sosyal alanların, çevresel donatının oluşturulması hatta paylaşımının göz ardı edilmemesidir, bu da devletin asli görevidir. Halka mümkünse ücretsiz veya imkanlar dahilinde sunulması gereken bu ihtiyaçların kişinin psikolojik ve sosyal gelişimine çok önemli katkısı vardır; sosyal olan, düzenli spor yapan, kültürel faaliyetlerde bulunan çocukların özgüvenlerini kazandığı ve aile ve iş yaşamında daha başarılı oldukları bilimsel olarak kanıtlanmıştır ve örnekleri ile ortadadır. Avrupalı bunu yüzyıl önce keşfetmiştir, haliyle aramaya gerek yoktur…Ama memleketi yönetenler işin kolayını bulunmuştur, öyle çok kafa yormaya çalışmaya gerek yoktur, devletin bunlara harcayacak ne parası ne de zamanı ve tecrübeli adamı vardır.


İşte bu noktada devletin zafiyetinin ve yetersizliğinin kurtuluş formülü bulunmuştur…. Önce yeni imar planları hazırlanacaktır, ilgili ama bilgisiz belediyelere yetkiler verilir, ekonomik gücü olan müteahhitlere ise arsalar gösterilir, gerekirse ihale düzenlenir ( ama önemli nokta ihalenin imar düzenlemesinden sonra yapılmasıdır…) ve işte size site ve recidence mantığında yeni yaşam alanları…Ve üstelik bu model şimdilerde yenileme alanı ilan edilen, Sütlüce, Tarlabaşı, Balat ve daha ilan edilmemiş bir çok yerde düşünülüyor…Diyeceksiniz ki ne sakıncası var, eski halleri daha mı iyiydi? Tabi ki hayır… Bakın zamanla karşılaşabileceğimiz sorunlar neler olabilir?

Öncelikle modern şehircilik anlayışında bu yukarıda sözü ettiğimiz sosyal alanlar ve faydaların herkese açık olması gerekir, gelişmişlik ve batılılaşma böyle sağlanır, yoksa İstanbul örneğinden yola çıktığımız bu sorunlar, yarın diğer şehirlerde de karşımıza çıkacaktır.

Şehir bir arada yaşayanları ile bir bütündür; ( Özellikle İstanbul gibi tarihsel ve kültürel geçmişinde çokça mozaiği barındıran bir şehir ise…) site yaşamı içe dönük bir yapılanma biçimidir, insanları A sosyalleştiren sadece işinden evine, evinden işine giden robot insanlar yaratabilir.

Ayrıca alt yapısı hazırlanmayan yolu dahi olmayan bu yeni yerleşim alanlarına ancak özel otomobil ile gidilip gelinebilir; bu durumda zaten felç olan trafik daha da çekilmez olacak, zaman ve para kaybettirecektir. Farklı cazibe merkezleri yaratamayan İstanbul’da bu yüzden insanlar iş için Rumeli yakasına, ikamet etmek için Anadolu yakasına yıllardır taşınıp durmaktadırlar.

Satın alma gücü olanların faydalanabileceği, birbirine yakın sosyo ekonomik ve kültürel yapıda insanların yaşadığı bu sistem aynı zamanda özünde sosyal bir adaletsizliktir. Bu yıllar sonra örneklerini şimdi bile gördüğümüz kutuplaşmalar yaratır. İmar planlamalarında şehrin gelişmesini sağlamak amacıyla, gecekondu ve varoş tabir edilen yerlerde açılmaya çalışılan bu yeni yerleşim alanlarının, çevresinde uzun yıllardır yaşayan halk profili göz ardı edilmeden yapılması mümkün değildir. Sosyal adaletsizlikten kaynaklanan sorunların gelişmiş Avrupa ve Amerika’da bile sıkça yaşandığı görülmektedir. Kaldı ki Türkiye’nin batılılaşma sürecini 100 yıl geriden ve karmaşık bir kültürel yapı ile takip ettiği düşünülecek olursa, gelecek nesiller bunlarla çok uğracak gibi görünmektedir.

Ama aslında bu benzer yaşam biçiminin getirebileceği en büyük tehlike, ileride bu sözünü ettiğimiz yerlerde, şehrini paylaşmayan, şehriyle birlikte yaşamayan, şehrinin tarihini bilmeyen, bilmediği için onu koruyup, kollayamayan, gelenek ve göreneklerini hatırlamayan ve dolayısıyla gelecek nesillere aktaramayacak milyonlarca insanın yaşayacak olmasıdır.



Cenk ÇAKIL
Eylül / 2008

16 Haziran 2008 Pazartesi

ULİ Kentsel Sosyal Sorumluluk



Konut ve Yapı Sektörü “Kentsel Sosyal Sorumluluk”larını Tartıştı
Tarih: 28 Mayıs 2008

ULI Türkiye’nin desteğiyle ALTINanahtar Dergisi tarafından gerçekleştirilen Konut ve Yapı Sektöründe ‘Kentsel Sosyal Sorumluluk Konferansı’nda, insana ve çevreye saygılı kentleşmenin gerekliliği vurgulandı.

22 Mayıs 2008 günü gerçekleştirilen konferansın açılış konuşmasında, ULI Türkiye Başkanı Haluk Sur fiziksel engelliler için kentin tasarlanmasının önemine dikkat çekerek şöyle konuştu: “Toplumun en önemli paydaşı olan engellileri günlük yaşama katabilmek için binaların, yolların, sokakların ve kentin uygunsuz fiziki yapısı değiştirilmelidir.”

Haluk Sur’dan sonra söz alan EMLAK KONUT GYO A.Ş. Yönetim Kurulu Üyesi Vedat Demiröz, TOKİ’nin şimdiye kadar gerçekleştirdiği faaliyetlerden bahsederek, “TOKİ ‘kentleşme’ olgusuna kendi ölçeğinde bir standart kazandırdı” dedi. Demiröz, TOKİ tarafından “kalite yılı” ilan edilen 2008’de ise TOKİ’nin öncelikli hedefinin sürdürülebilir kentleşme olduğunu ifade etti.

Altınanahtar Dergisi Yayın Danışma Kurulu Başkanı Prof. Dr. Ahmet Vefik Alp ise “İstanbul ulaşım, deprem ve göç başlıkları altında eziliyor” diye konuştu. Ayrıca yetkililere “İnsana, hayvana, böceğe saygılı, onları bozmadan rahatsız etmeden, yaralamadan insanları nasıl barındıracaksınız?” açıklamasıyla ülkemizde çevre ve insan konularında daha ileriye gitmemiz gerektiğini vurguladı.

Petrol tek doğal kaynak değil!

Açılış konuşmalarından sonra Keynote bölümünde özel olarak bu konferans için Arizona’dan gelen Roger Tomalty, doğal kaynaklarımızın sadece petrolden ibaret olmadığını belirterek, doğayı korumanın önemine vurgu yaptı. Arizona Eyaleti’ndeki dünyaca ünlü %100 ekolojik kenti Arcosanti’nin baş mimarı olan Roger Tomalty, ekokent tasarımında ev sistemlerinin, tarımsal sistemlerin ve enerji sistemlerinin doğru kullanılmasının önemine dikkat çekerek, “Temel tehdit, doğal çevrenin ve tarım alanlarının binalara dönüşmesidir. Bunu engellemek için ekolojik projeler geliştirmek zorundayız” dedi.

Önlem alınmazsa insan çağı bitecek!

Konferansın “Sürdürülebilir Kentleşme ve Çevre Dostu Yapılar” başlığı atındaki birinci oturumunda, çevrenin korunması konusunda konut ve yapı sektörünün de üzerine düşen sorumluluklar konuşuldu. Oturum başkanlığını yürüten 20. Dönem İstanbul Milletvekili Dr. Sedat Aloğlu oturumu, “İnsanlığın var oluşundan itibaren çevre birey için anlayışı vardı. Ama gelmiş olduğumuz noktadan itibaren birey çevre için olmalı. Bu büyük bir anlayış değişikliği, davranış değişikliğidir. Zaten Çevremiz ve dünyamız bizlere bunu anlatıyor. ” diyerek açtı.

Açık Radyo Genel Yayın Yönetmeni Ömer Madra, bilim adamları tarafından yapılan açıklamalarda, çok kısa bir süre içinde önlem alınmadığı takdirde insan çağının biteceğinden söz edildiğini ifade etti. Bilim adamlarının “2010’ye kadar radikal eylemlere geçmezsek çok geç olacak” sözünü de referans veren Madra, kamuoyunun ve siyasilerin bir an önce harekete geçmesini istedi. Madra sözlerini “Sınırlı kaynakları olan dünyamızda, sınırsız büyümeye ve dünyamızı sınırsız tüketmeye çalışıyoruz” diye bitirdi.

Sürdürülebilir enerji için bina tasarımı
İTÜ Mimarlık Fakültesi’nden Prof. Dr. Gül Koçlar Oral “Sürdürülebilir enerji için bina tasarımı” başlıklı sunumunda bina tasarımının önemine dikkat çekti. Koçlar Oral, “Binalar için enerji temel girdi. Binanın yapım aşamasında da yıkım aşamasında da enerji gerek. Ama özellikle binanın yapım aşamasında doğaya zarar verdiğimiz gerçek. O zaman mimarın amacı bina ihtiyacını karşılarken sürdürülebilirliği sağlamak olmalı” dedi.
“Enerji etkin doğal aydınlatma sistemleri” hakkında konuşan İTÜ Mimarlık Fakültesi’nden Doç. Dr. Alpin Köknel Yener, aydınlatma amacıyla tüketilen enerjiyi minimize edebilecek çözümleri anlattı.
Bahçeşehir Üniversitesi Öğretim Üyesi Yard. Doç. Dr. Mehmet Bengü Uluengin, Temiz Dünya Ekoloji Derneği’nin ofisi olarak da kullanılması amaçlanan avan proje aşamasındaki ekolojik evi anlattı.
Çevre Dostu Binalar Derneği (ÇEDBİK) Başkan Yardımcısı Dr. Duygu Erten, “Karbon emisyonunun azaltılması için inşaat sektöründe nasıl bir çözüm geliştirebiliriz?” sorusundan hareketle kurdukları derneğin amacını, Türkiye’de binalar için bir sertifikasyon sistemi oluşturmak olduğunun altını önemle çizdi. Dünyada binaların sertifikalandırıldığı günümüzde bizim ülkemizde de ÇEDBİK’in bu amaçla kurulduğunu belirtti.

İstanbul Barosu Çevre Hukuku Komisyonu Başkanı Avukat Ömer Aykul ise Çevre Hukuku ve 2B Uygulamalarını anlattı. Orman niteliğini kaybetmiş arazilerin tahsisini ele alan 2B uygulamalarını eleştiren Aykul, “Devletin ormanlar üzerinde mülkiyet hakkı yoktur, egemenlik hakkı vardır. Dolayısıyla devlet bunları satarsa, hukuka aykırı davranmış olur” şeklinde konuştu. Aykul, 2B uygulamalarının gerçek çözümü için ise hukuki düzenleme gerektiğini belirtti.

“Bütün şehirlerimiz birbirine benzedi”
Mimar Aydın Boysan çocukluğunun İstanbul’unu anlattı. İstanbul şiirleriyle konuşmasını süsleyen Boysan, “Bütün şehirlerimiz birbirine benzedi. Hiçbirinin yerel özelliği kalmadı. Güzel şehir mekanlarımız hırsızlar tarafından talan ediliyor ve bu talana da ‘imar’ diyorlar” diye konuştu.

“Yapılardaki Fiziksel Engelleri Birlikte Kaldıralım” başlığındaki ikinci oturum ise Başbakanlık Özürlüler Dairesi Danışmanı Prof. Dr. Ali Seyyar’ın başkanlığında yapıldı. Oturuma Yeditepe Üniversitesi Mimarlık Bölüm Başkanı Prof. Dr. Fatih Pakdil, Tükiye Sakatlar Derneği Genel Başkanı Şükrü Boyraz, Engelsiz Yaşam Federasyonu Başkan Yardımcısı Cengizhan Ergül, Mimar Bünyamin Derman, AY-DER Başkanı Ercan Tutal, İçmimarlar Odası İstanbul Şubesi 2. Başkanı Cenk Çakıl ve İstanbul Barosu Engelliler Komisyonu Başkanı Avukat Güler Polat konuşmacı olarak katıldı.Konferansın son oturumu olan “Kentsel Sosyal Sorumluluk ve Gayrimenkul Sektörü” başlıklı oturum ise Tavit Köletavitoğlu’nun başkanlığında ve Dumankaya İnşaat Yönetim Kurulu Başkanı Halit Dumankaya, Eroğlu Grup Genel Müdürü Ramadan Kumova, ABB Elektrik Alçak Gerilim Ürünleri Pazarlama Müdürü Ertan Özdemir, İnanlar İnşaat Yönetim Kurulu Başkanı Serdar İnan, Krea Gayrimenkul İcra Kurulu Başkanı Hakan Kodal, Doğuş GE GYO Genel Müdürü Hakan Eren ve Cushman&Wakefield Mali İşler Direktörü Aylin Aysay’ın katılımıyla gerçekleştirildi.

Bu milletten kazandığımız paraları insanlarımız için harcamak zorundayız.

Gayrimenkul sektörü Kentsel Sosyal Sorumluluk anlayışlarını belirttikleri son oturumda Dumankaya İnşaat Yönetim Kurulu başkanı Halit DUMANKAYA yaptığı konuşmasında “İnsanlarımız açlık sınırında, yoksulluk sınırında. Büyük sorunlar, eksiklikler yaşıyoruz. Şehirler gittikçe betonlaşıyor. Ama bize düşen görev şehirlerimizi güzelleştirmek, insanların daha rahat ve refah içinde yaşamalarını sağlamak, ayrıca her şeyin merkezi idareden değil, yerel yönetimlerden değil, bu milletten kazandığımız paraların büyük bir bölümünü insanlarımız için harcamak durumundayız.” Diyerek kurumsal olarak sahip oldukları sorumluluk anlayışını belirtti.

Kurumların, son zamanlarda çok hassasiyetle üzerinde durduğu itibar yönetimi konusunun da tartışıldığı “Kentsel Sosyal Sorumluluk” konferansında Doğuş GYO genel Müdürü Hakan EREN “ Toplumun yararına, değişen değer ve beklentilerine cevap veremeyen, veya bunları önemsemeyen kurumlar, toplumsal bir eleştiriye marus kaldığı gibi aynı zamanda güven kaybına da neden olurlar.” diyerek konunun bire bir tüketici ile alakalı olduğunu belirterek, sektörü topluma faydalı olmaya davet etti. Konu üzerine diğer yorumlar ise İNANLAR İnşaat Yönetim Kurulu Başkanı Serdar İNAN “Doğru planlama yapmamız için amacı insan olan yapıları kendimize hedef edinmeliyiz. Yani önce ben diyebilmemiz için önce sen diyebilmemiz lazım” diyerek başarının bireysel olarak değil toplumsal olarak mümkün olabileceğini savundu. Son olarak Eroğlu Grup Genel Müdürü Ramadan Kumova “Konu çevre, enerji tasarruf ve verimlilik olduğunda, ticari projelerimizin de ticari kullanıcıları olduğu için çözüm üretmek konusunda bir yatırımcı olarak daha hassas davranıyoruz. Bunun temel nedeni “Companise Gift” yani şikayet sizin için bir hediyedir. Sonuçta müşterilerinizin şikayetine eğer sahipseniz, ona göre önlem alırsınız” açıklamasıyla şikayetin kurumsal gelişim için çok önemli olduğunu belirtti.